Prof.Dr.Havva TUNÇ 19.11.2008
Üretim ve üretimdeki artış büyümenin karşılığı olarak iktisat kuramında yerini almıştır. Dönemler itibarıyla, mal ve hizmet üretim miktarındaki artış ekonominin büyümesinin göstergesidir. Üretim seviyesindeki artış ya teknolojik değişim ile ya üretim faktörleri başına düşen makine ve teçhizat donanım miktarındaki artış ile ya üretimde faktör donanım miktarındaki artış ile ya da üretim faktörlerinden emeğin üretkenliğindeki artış ile sağlanır.
Üretimdeki artış, üretim faktörlerinin miktarındaki artış ile gerçekleşiyorsa, bunun anlamı emeğin veya sermayenin kullanılan miktarı artmış demektir. Üretim faktörlerinin kullanılan miktarlarındaki artış, kullanılmakta olan teknolojiye bağlı olarak faktör bileşimi belirlenir. Bu bileşim bazen emeğin yoğun kullanımını bazen sermayenin yoğun kullanımını bazen her iki faktörün farklı miktarlarda kullanımı olarak belirlenir.
Ülke ekonomileri sahip oldukları ulusal kaynaklarına ve yapısal konumuna göre üretimde kullanacakları teknolojiyi seçerek istedikleri veya hedefledikleri büyümeye ulaşmaya çalışırlar.
Üretimdeki artış, üretim faktörlerinden emeğin miktarında artış olmaksızın yani emeğin miktarı sabit iken veya emeğin miktarında azalmaya gidilerek elde edilir ve ulaşılan büyüme oranı emeğin üretkenliğindeki artış ile gerçekleşmiş demektir.
Emeğin üretkenliğindeki artışa, emeğin üretimden aldığı pay ile toplam istihdam düzeyindeki ilerleme eşlik ediyorsa, elde edilen büyümenin istikrarlı, kararlı ve sürdürülebilir olduğudur. Bunun aksine, emeğin üretkenliğindeki artışa rağmen emeğin üretimden aldığı pay artmaz ve hatta geriler ise ve de işsizlik düzeyi artar ise elde edilen yüksek büyüme oranına rağmen ülke fakirleşir yani büyümeye yoksulluk eşlik eder.
Erdinç Yelda’nın 29 Kasım 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazısında ”Türkiye’de 2000 yılında işçi başına saatlik üretimi (saat başına üretim) 100 kabul etmiş ve 2006’nın ikinci çeyreği itibarıyla emeğin üretkenliğinin 178 olduğunu tespit etmiştir. Emeğin üretimden aldığı payın (reel ücret düzeyi) 2000 yılında 100 iken 2006’da 82’ye gerilediğini” belirtmiştir. Diğer bir deyişle Türkiye Ekonomisi’nde emeğin üretkenliğinde yaşanan artışa rağmen emeğin üretimden aldığı payın gerilediğini açıkça ifade etmiştir.
Türkiye Ekonomisi, 2000 yılından 2006 yılına kadar olan 7 yıllık dönemde, ortalama % 7 büyümüş olmasına rağmen, emeğin gelir düzeyinde bir artış olmamıştır. Ekonomide elde edilen büyümenin emeğin üretkenliğindeki artış ile elde edilmesine rağmen emeğin aldığı pay gerilemiştir. Yani kişiler yoksullaşmıştır. Büyüme sonucu elde edilen değer nereye gitmiştir?
Ekonominin elde ettiği yüksek büyüme oranına rağmen ülke fakirleşiyorsa elde edilen değer ya ulusal ekonomi içinde kalmayıp dış dünyaya transfer ediliyordur ya da ulusal ekonomi içinde sınıflar arasında gelir farklılığı olacak şekilde, emek aleyhine, paylaşılıyordur. Yani “zengin daha zengin fakir daha fakir oluyor” demektir. Keza, elde edilen değerin ulusal sınırlar dışına yani dış dünyaya transfer edilmesi, dış dünya büyümeden payını artan oranda alırken ulusal ekonomi büyümeden payını fakirleşme olarak alıyor, demektir.
Bu koşullar altında bulunan bir ülkenin acilen yapması gereken, elde edilen büyümeyi belirleyen üretim politikalarını ve üretim biçimini gözden geçirmesi ve yeniden değerlendirmesidir.