Prof.Dr.Havva TUNÇ
Özelleştirme devletin mülkiyetinde ve yönetiminde olan kamu kurum ve kuruluşların yerli ve yabancı özel ve tüzel kişi ve kuruluşlara satışı ya da devri olarak tanımlanabilir.
Devletin piyasada bir firma gibi bir işletmeci gibi faaliyette bulunması piyasa mekanizmasının aksamasına ve rekabet sisteminin bozulmasına yol açar. Yani, devletin banka sektöründe bankacılık faaliyetinde bulunması ya da tekstil sektöründe kumaş üretmesi ya da diğer her türlü ekonomik faaliyetlerde aktif olarak rol alması piyasa mekanizması ve işleyişini bozar. Diğer bir ifadeyle, devletin ekonomik faaliyette bulunması hem kaynakların irrasyonel kullanımına sebep olur hem de sistem içindeki düzenleyiciliği ve denetleyiciliğine olan güven kaybolur.
Özelleştirilecek kuruluşları satın alacak olanlar yurt içinden olabileceği gibi yurt dışından da olabilmektedir. Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşları satın alanlar, ulusal ekonomide genellikle yeterince sermaye birikimi sağlanmadığından, yabancı kuruluşlar olmaktadır.
Özelleştirmeye konu alan kurum ve kuruluşun, özelleştirme sonrasında konumu değişeceğinden özelleştirmesine karar verilecek olan kurum ve kuruluşun ekonomi içindeki monopol gücü, toplumsal fayda sağlama derecesi, ülke için stratejik konumu gibi durumları dikkatle incelenmelidir. Bunun yanı sıra, özelleştirme sonrasında faaliyette bulunacak kuruluşun piyasa koşulları içinde faaliyette bulunacağı ve temel amacının karını maksimize etmek olacağı da unutulmamalıdır. Örneğin, özelleştirilen bir kuruluş piyasa koşulları ve rekabet ortamı içinde, maliyette ortaya çıkabilecek bir artış sonucu ya o malın üretiminden vazgeçer ya da, kar maksimizasyonu olası ise, üretilen mal ve hizmet miktarında kısıntı yapar. Bu ve buna benzer durumların ulusal ekonomi içinde yaratacağı olası etkiler önceden hesap edilmelidir. Özelleştirmeye konu olacak kurum ve kuruluşların belirlenmesinde aceleci davranılmamalı ve uzun vadeli öngörüler yapılmalıdır. Aksi takdirde, özelleştirme ile elde edilmesi hedeflen yararlar yerini zararlara ve toplumsal kayıplara bırakabilir.
Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşların kar eden kurumlar olabileceği gibi zarar eden kurumlar da olabilir. Özelleştirmenin amacının devletin piyasa içindeki ekonomik faaliyetine son vermek ya da en aza indirgemek olduğu unutulmamalıdır.
Siyasi otoritenin, özelleştirmede, ulusal imkânları öncelikle kendi varlığını koruyabilmek ve güçlendirmek için kullanması, ülke çıkarlarına ters düşen uygulamalara yol açabilmektedir. Özelleştirme devletin, sahip olduğu her şeyi satması anlamına gelmez.
Devletin, öncü olması gereken ve/veya stratejik önemi olan sektörler hariç, işletmeci olarak piyasada yer almamasını sağlayacak her türlü düzenleme ve uygulama özelleştirme uygulaması olarak uygulamada yerini alır. Bunun yanı sıra, her ülkenin yapısal konumu ve koşulları o ülkenin kendi sınırları içinde öncü olması gereken sektörleri belirler. Keza, özelleştirme uygulamaları ve uygulamaya konu olan mal ve hizmetler her bir ülkede farklıdır. Yani, farklılık özelleştirmeyi uygulayan ülkenin yapısal konumundan kaynaklanır.
Gelişmiş ülkeler ya da sermaye birikimini gerçekleştirip sermaye stoklarına sahip olan ülke ekonomileri gelişmişlik derecelerine ivme verebilmek ya da daralan kar marjlarını arttırabilmek için, yani karlarını maksimize edebilmek için, özelleştirme uygulamalarına dört elle sarılıp övgüler düzmektedirler. Buna karşılık gelişmişlik trendini yakalamak için uğraşan ama bir türlü yakalayamayan gelişmekte olan ülkeler, özelleştirmeyi gerek içinde bulundukları siyası konjonktür gerekse ekonomik koşulları nedeniyle gerçekleştirilemeyen sermaye birikimini sağlayacak bir uygulama olarak değerlendirmektedirler.
Kuramsal olarak söylenenler doğru olmakla beraber yapılan uygulamaların yarattığı etkileri değerlendirdiğimizde, gelişmekte olan ulusal ekonomilerin yapısal özellikleri ve sorunları nedeniyle, gelişmiş ülke ekonomileri gelişmekte olan ülke ekonomilerinde yapılan özelleştirmelerden kazanç elde ederken, gelişmekte olan ülkelerin gelişimleri beklenenler doğrultusunda olmamaktadır. Aksine ülke ekonomisi zarara uğramakta, bunun yanı sıra dış dünyaya, gelişmiş ülkelere, kaynak transferi gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle gelişmekte olan ülkede hedeflenen kazançlar yerini kayıplara bırakmaktadır.
Türkiye Ekonomisinde, kamu kurum ve kuruluşları olan Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK) ve Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) zarar ettikleri ve ulusal ekonomide borç stoklarının artmasına yol açtıkları için bütçe açıklarının temel sorumlusu olarak değerlendirilmiş ve tartışmaların odak noktası olmuştur. Dolayısıyla, bunların satılması ve hatta bedava verilmesi ekonominin gündemini oluşturmuş ve bazı hükümet yetkilileri tarafından “üste para verilerek” elden çıkarılmasından bile bahsedilmiştir. Burada temel amaç ve beklenti ” kamu kurum ve kuruluşları satılınca ülkeye yabancı sermaye gelir, bu kuruluşların teknolojileri yenilenir, daha etkin bir yönetime kavuşur, üretimde artış ve verimlilik sağlanır, karlarda artış elde edilir ve bunlara bağlı olarak vergi gelirleri artar ve nihai olarak, bütçe açıkları kapanır ve uzun dönemde istihdam artar” şeklindedir. Yani, bu yaklaşıma göre ekonomik sorunların çözümü özelleştirmeden elde edilecek başarıya bağlıdır.
Erdemir, Tüpraş, Seka, Petlas, Po, Telekom, Türkiye’de özelleştirilen kurumlardan birkaçıdır. Bu kurumların özelleştirilmesi uzunca bir süre tartışmaların odak noktasını oluşturdu ve hala oluşturmaktadır. Tartışmaların odak noktası ekonomide kar getiren, toplumsal faydası yüksek olan ve ulusal ekonomi içinde monopol durumunda olan bu kuruluşların özelleştirilmesi ile elde edilmesi beklenen faydanın ne oranda gerçekleştiğidir.
Özelleştirmeye yapılan yaygın eleştirilerden biri kuruluşların düşük bedelle satılmaları ya da değerlerinin altında satılmaları diğeri ise elde edilen gelirlerin kullanım alanların ile ilgilidir. Yani özelleştirmeden elde edilen gelirler nerede kullanılıyor? Harcamaların finansmanın da mı? Yatırımların finansmanında mı?
O zaman sorulması gereken soruları sıralarsak, özelleştirme sonucunda; bütçe açıkları kapandı mı? Dış ve iç borç stoku azaldı mı? Dış ticaret dengesi sağlandı mı? Ülkede reel yatırımlar yapıldı mı? İşsizlik azaldı mı? Diğer bir deyişle makro ekonomik göstergeler de pozitif iyileşme görüldü mü?
Özelleştirmeden beklenen faydanın elde edilebilinmesi için, elde edilen gelirler kısa vadeli harcamaların finansmanında değil, uzun vade de gelir getirecek yatırımların finansmanında kullanılmalıdır.
Özetlersek KİT’lerin ve KİK’lerin ulusal ekonomi üzerindeki yükünü hafifletmek amacıyla yapılan özelleştirmeler sonucu ulusal ekonomi giderek daha dışa bağımlı hale gelmiş ve Türkiye Ekonomisinin geleceği ipotek altına alınmıştır ve bu süreç devam etmektedir.