10 Mart 2010’da, IMF Türkiye temsilcisi Mayıs 2010’da Türkiye’ye geleceklerini ve Türk tarafı ile yapılacak bu görüşmenin 4.madde dahillinde olacağını ve Türk tarafı ile ondokuzuncusu yapılan Stand By anlaşması ile bir ilişkisinin olmadığını, tam tersine bir önceki Stand By anlaşmasının devamı olması beklenen anlaşmanın yapılamayacağını, mevcut koşulların sonlandığını açıkladı(yapılması beklenen anlaşma anlamında). Yaklaşık bir yıldır para ve finans piyasaları Türkiye ile IMF arasında Stand By anlaşmasının yapılacağı doğrultusunda tavır almıştır.Türkiye'nin IMF ile ilişkilerin sonlanmasınınTürkiye Ekonomisi üzerindeki etkisi kısa ve uzun dönemli olacaktır ve bu etkinin şiddeti küresel finansal piyasalarda yaşanacak değişim belirleyecektir.
Türkiye’nin IMF ile yapması beklenen Stand By anlaşmasının yapılamayacağının Türkiye ekonomisi üzerindeki kısa dönemli etkisi önemsiz nitelikte olacaktır. Ancak uzun dönemdeki etkisi önemli ve büyük olacaktır. Türkiye Ekonomisi dış piyasalara karşı daha kırılgan ve hassas olacaktır ve bunun yanı sıra iç piyasa itibarıyla önünü görmeyen kısa dönemlik hareketlerle ayakta kalmaya çalışan yeni yatırımdan ve üretimden uzak sadece ve sadece tüketen bir piyasa olacaktır.
Daha açıkça ifade edersek Türkiye Ekonomisi 2010 yılı için % 4 olarak tahmin edilen yıllık büyüme oranın nasıl gerçekleşeceği en çok tartışılan konuların başında gelecektir. Tasarruf eğilimim negatif olduğu bir ekonomide hedeflenen büyümenin gerçekleşmesi yani büyümenin finansmanı nasıl olacaktır? Yeterince sermaye birikimini sağlayamayan ve/veya sermaye stokuna ilavede bulunamayan bir ekonomide hedeflenen büyümenin gerçekleşemeyecek olması bir tarafa ekonominin daralma trendine gireceğidir. Nedeni sermaye stokuna yapılan ilavelerin yetersizliği ya da hiç olmayışıdır.
Hedeflenen büyümenin gerçekleşeceğini varsaysak bile % 16’yı bulan işsizlik oranın aşağıya çekilmesi % 4 lük bir büyüme ile mümkün olamayacağıdır. Dolayısıyla yetersiz sermaye birikimi mevcut işsizlik oranının daha da artmasına yol açacaktır.
Dünya ekonomisinin durgunlukta olduğu 2010 yılı petrolün birim fiyatındaki artışı minimize ettiğinden petrol fiyatındaki düşüklük Türkiye ekonomisi için bir olumlu durumdur. Ancak 2010’nun 2.çeyreğinde dünya ekonomisinde yaşanması beklenen canlanma ile beraber petrol fiyatındaki artış, Türkiye Ekonomisinin ithal harcamaları içinde önemli bir girdi olan petrolün(enerjinin)% 70 varan payı, ticaret açığının artmasına yol açacaktır. Bunun yanı sıra dünya ekonomisinde yaşanan canlanma, kriz nedeniyle dünya ekonomilerinin izlenmekte oldukları gevşek para, faiz ve maliye politikası dünya enflasyon oranında artışa yol açacaktır. Türkiye’de dünya enflasyon oranlarındaki artıştan payına düşeni alacaktır ve bunun yanı sıra ulusal ekonomide izlenmekte olan maliye politikası enflasyon oranlarındaki artışa ivme verecektir. 2010’nun ilk iki aylık enflasyon verilerine bakılarak bir değerlendirme yaptığımızda enflasyonun artış trendinde olacağını söylemek hiçte erken değildir.
Türkiye Ekonomisinde 2001-2008 döneminde elde edilen ortalama % 7 lik büyümenin finansmanı yabancı sermaye ile olduğu hatırlandığında, 2010-2011 yılı için bu tür sermaye girişlerinin izlenmekte olan düşük kur ve faiz politikası ile olası olmayacağıdır. Ve buna birde IMF ile yapılması beklenen anlaşmanın yapılamayacağı eklenirse ekonomi için gerekli sermaye nasıl sağlanacaktır? Ekonominin 2010’nun 2-3 çeyreğinde, bu daralmanın, ilerde IMF ile bir anlaşama yapılsa bile önleyemeyeceğidir. Ve ekonominin iyileşebilmesinin ancak ve ancak 2011 başlarında olabilecektir. 2011 yılının bir seçim yılı olacağı hatırlanırsa izlenecek olan gevşek mali politikası ekonominin canlanmasını daha da geçiktirecektir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, belli bir sermaye birikimini sağlayamayan ekonomiler , hedeflenen büyüme trendini yakalayabilmek ve istihdam yaratıcı yatırımlar yapabilmek için gerekli olan sermayeyi borçlanma yoluyla temin edeceğinden şu anda elimizde uygun koşullarda elde edilecek borçlanma koşulu (IMF anlamında) yerini daha yüksek maliyetli borçlanmaya bırakacaktır. Ekonominin sermaye ihtiyacı için izlenmek zorunda kalınacağı yüksek faiz- düşük kur politikası büyümenin maliyetini artıracağından ve yaratılacak katma değerin ulusal ekonomi içinden kalmayıp dış dünyaya transfer edileceğinden Türkiye Ekonomisi kendini büyüme ile beraber fakirlik sürecinin içinde bulacaktır.