Havva TUNÇ 17.07.2013
XX. yüzyılın en önemli ekonomik ve politik gelişmesi olarak sesini duyuran Avrupa Birliği,1957 yılında altı Batı Avrupa ülkesi (Almanya,Belçika, Fransa,Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) tarafından Roma Anlaşması ile yaratıldı.Roma Anlaşması Avrupa Tarihinin önemli dokümanlardan biridir.
Avrupa Birliği düşüncesi Batı Avrupa kamuoyunda geniş ilgi ve destek görmesine karşın bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda farklı ve çelişkili görüşler vardı. Birliğin temelini oluşturan ekonomik bütünleşme noktasında görülen bu görüş ayrılığı İngiltere’nin serbest ticaret bölgesi, Fransa’nın ise gümrük birliği istemesinde odaklaşıyordu.
İngiltere’nin geri düzeyde bir ekonomik bütünleşme olan serbest ticaret bölgesini savunması çoğu eski kolonileri olan denizaşırı ülkelerle olan ilişkilerden kaynaklanıyordu.Fransa ise Batı Avrupa Birliğini her şeyin üstünde tutuyordu. Bütün bu tartışmalara, görüş ayrılıklarına rağmen altı kurucu üye ülkenin Roma Anlaşmasının imzalanmasıyla son verilerek o dönemki ismi olan Avrupa Ekonomik Topluluğu yani bugünkü ismiyle Avrupa Birliği kuruldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa için ekonomik ve politik bir ortam olarak tasarlanan Avrupa Birliği bugünkü konumuyla tasarıların gerçekleştiği ,bir iki aksaklık hariç oldukça başarılı bir bütünleşme olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Avrupa Birliğinin temel hedeflerinin Roma Anlaşmasında belirtilmiştir. Roma Anlaşması 278 madde ve ek protokollerden oluşmuş olup birliğin iktisadi gelişim ve ilerlemesinin gerçekleşmesini sağlayacak ortak politikalar, ilgili düzenlemeler ve süreçler açıklanmıştır. Bunların yanı sıra, Roma Anlamasında bütünleşmenin gerek kurumsal yapısı,demokratik işleyişi ve oluşumu gerekse insan haklarına saygı, ifade özgürlüğü, eşitlik özgürlük ilgili maddeler, ilkeler belirtilmiştir.
Avrupa Birliğine üye olacak olan aday ülkelerin yerine getirmeleri gereken koşullar Kopenhag Kriterleri olarak düzenlenmiştir. Kopenhag Kriterleri de kendi içinde sosyal,siyasi ve ekonomik olmak üzere üç ana başlık dan oluşmakta olup aday bir ülkenin üyeliğe geçebilmesi için yerine getirmesi gereken koşullar açıklanmaktadır.
1963’de Ankara anlaşması ile başlayan Avrupa Bilirliği Türkiye arasındaki ortak üyelik ilişkisi 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye Roma Anlaşmasının 237.maddesi gereğince Topluluk Konseyine tam üye olarak kabul edilme talebini bulunmasıyla tam üyeliğe taşınmıştır. Konsey,27 Nisan 1987 tarihinde bu talebi inceleme görevini Topluluk Komisyonuna iletmiştir.Başvuru tarihinden itibaren yaklaşık üç yıl boyunca hem topluluk komisyon nezdinde hem de birliğin önemli merkezlerinde yapılan bir çok toplantıda Türkiye’nin tam üyelik başvurusu incelenmiştir.
Komisyon birliğe üye olmaya istekli bir aday üye ülkenin ortak üyelikten tam üyeliğe gelebilmesini “..Bir yandan aday üyenin klasik anlamda bir geçiş dönemi süresince üye devletlerin tabi oldukları zorluklar ve disiplinler bütününe katlanabilme yeterliliğini, topluluğun ilerdeki gelişmelerini engellemeden gösterebilmesine, diğer yandan topluluğun birliğin bu aday üyenin entegrasyonunun kademeli olarak da olsa yol açacağı sorunlara karşı durabilecek durumda olması” koşuluna bağlamış olup Türkiye’nin tam üye olabilmesi için bu koşulların yerine getirmesi gerektiğini belirtilmiştir. Türkiye’nin tam üyelik başvurusu ekonomik siyasi ve sosyal koşullar olgunlaşmadığı için kabul edilememiştir.
AB Konseyince Aralık 1989’da Türkiye’nin tam üyelik talebinin neden kabul edilmediğini hem Türkiye hem de Birlik kaynaklı olduğunu ve Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik,siyasi ve sosyal koşulların tam üyelik yolunda engel olduğu ve iyileştirilmenin yapılması gerektiği ifade edilmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin bir anayasal değişime gitmemesi hala askeri anayasayı kullanması ve bunun acilen değiştirilmesinin gerekliliği yanı sıra sendikal haklar insan hakları azınlıkların hakları gibi sorunlar nedeniyle rejim yeterince demokratik bir düzeye gelmemesinin tam üyelik önünde bir engel ve bu durumun tam üyeliği geciktirebileceği ifade edilmektedir.
Avrupa Birliğine tam üyelik için Türkiye’nin yerine getirmesi istenen koşulların birliğe üye olmak isteyen herhangi bir aday ülkenin yerine getirilmesi gereken koşullardan farklı olmayıp Kopenhag kriterleri olarak tanımlanmıştır. Tam üyelik başvurusunun reddedildiği 1989’dan 2013’e kadar geçen sürede yıllık olarak düzenlenen ilerleme raporlarında ve komisyon düzeyinde yapılan toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinin siyasi ve sosyal başlık altında belirlenmiş koşulların hala gerçekleşmediği ve özgürlük, demokrasi koşullarının önemli olduğudur.Düne kadar, toplam 35 müzakere başlığından 8 müzakere başlığı askıya alınması hariç, 10 başlığın müzakere edilmekte olması dışında diğer başlıkların müzakereye açılmadığıdır. AB tarafınca yapılan bu açıklamaların Türkiye’nin tam üyeliğin şimdilik olası olmadığı anlamına geldiği söylenebilir.
Yukarda da belirtildiği üzere Türkiye Avrupa Birliği birlikteliğinin, ortak üye adaylığının üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen tam üyelik koşulları olgunlaşmadığından Türkiye AB tam üyeliği gerçekleşmemiştir ve Türkiye hala aday ortak üye ülke sıfatıyla tam üyeliğini beklemektedir.
Neden ortak üyelikten tam üyeliğe geçilemediğini, neden bu birlikteliğin ortak üyelik statüsünde kaldığını, Türkiye’de her fırsatta bunun anlamsız olduğunu belirmesinin yanı sıra birliğe üye olmak için başvurulduğunda üye sayısının 6 olduğunu bugün ise,birliğe üye sayısının 28 olduğunu ve hala Türkiye’nin aday ülke konumunda olmasının açıklanabilir olmadığı sorgulanmaktadır. Aslında genel tabloya bakıldığında AB tarafınca öne sürülen siyasi ve sosyal koşulların gerçekleşemediği ve bu koşulların bir ön koşul olduğudur. Bütün bunların anlaşma maddelerinde açıkça belirtilmemesine rağmen Türkiye’nin neden aday üye konumunda kaldığını, bu durum açıklamaktadır.
Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinde siyasi ve sosyal bölüm altında çeşitli başlık ve maddelerde belirtilen kriterler sadece AB tam üye olmak için mi? Yoksa demokratikleşme sürecini gerçekleştirmek Türk insanının en doğal ihtiyacı ve hakkı olduğu için mi? Sorusuna verilecek yanıt Türkiye’nin demokrasi ve eşitlik konusunda gelişimini belirleyecektir.
Avrupa Birliğine üyeliği sadece ekonomik birliktelik olarak değerlendirmek Türkiye’nin Birlikle olan ilişkisini giderek zayıflatacağıdır. Zira Türkiye ekonomisinin son on yılda yaptığı atılım ve küresel finans krizini Avrupa Birliği’ne göre daha kolay ve hızlıca üstesinden gelmesi siyasi erkin AB tam üyeliği göz ardı etmesine yol açmaktadır. Aslında AB ile olan birlikteliğe sadece ekonomik olarak bakmayıp siyasi ve sosyal bütünleşme tarafını da görmek Türkiye’yi daha gelişmiş kalkınmışlık düzeyine taşıyacağı gibi Kıta Avrupa’sında olan böyle bir bütünlüğün gerek Orta Doğu gerek Hazar Bölgesi gerekse Kuzey Afrika’yı kapsayan bu coğrafyada bulunan ülkelere model olacak olması Türkiye’nin konumunu güçlendireceği unutulmamalıdır.
Türkiye’nin geleceği Avrupa Birliğinden uzaklaşmak değil birlikle olan ilişkilerin daha da geliştirilip tam üyeliğin bir an evvel gerçekleşmesini sağlayacak kriterlerin yerine getirilmesinde olması önemli olup bu durumun önemi ve gerekliliği toplumun her kesimine anlatılmalı ve AB bilincinin oluşturulması sağlanmalıdır.