Havva TUNÇ
İnsan hasta olduğunu söyler ama gerçekten hasta olabileceğini düşünmez. Hastayım der ama hasta olmadığını düşünür. Doktora gider, arkadaşlarına hastalık öyküsünü anlatır ama gerçekten hasta olduğunu düşünmez. O kendisinin sağlıklı olduğunu düşünür ve bu durumu bir oyun gibi algılar ve oyunu oynamaya devam eder. Ne zaman ki gerçekten hasta olduğunu öğrenir o zaman değil oyun oynamak hastalıktan bile bahsetmek istemez. İşte asıl olanlar bundan sonra olur.
Yapılan testler ve analizler sonucu kişi hasta olduğunu öğrenince önce duydukları onun için anlamsızdır. Ne yapacağını bilemez, sevinse mi? üzülse mi? Bir kere yazdığı, anlattığı senaryolar birden bire gerçek oluvermiştir. Bu onun ne kadar haklı olduğunun göstergesidir. Bu açıdan bakınca biraz keyiflenebilir. Ama hastalığınla ne yapacağı? Nasıl üstesinden geleceği? Onunla birlikte yaşamayı nasıl öğreneceği? Cevap bekleyen sorular arasındadır. Ve daha da acısı uzun yaşama ile ilgili yaptığı senaryolar birdenbire sıfırlanır ve kişi kendini boşlukta bulur. Üzülmenin ve kederlenmenin tam sırası. Peki, sonra ne olacak hep kederlenilecek hep üzülünülecek mi?
Sorular peş peşe sıralanınca, soruları cevaplamak hem zor hem de imkânsızdır. Bırakın soruların cevabını bulmayı, hastalığı yaşamak, hastalığa alışmak ve kabul etmek cevapların en zoru ya da bu soruya verilecek cevabın olmaması. Peki, o zaman ne olacak? Bence, bazı sorular cevapsızdır.
İnsan yaşamının oldukça kısa olduğunu düşünürdüm. Yıllar önce ortaokul öğrencisiyken, bir insanın ortalama ömrünün 25.000 gün olduğunu öğrendiğim günlerde şaşkınlığımı gizleyememiş o zaman tıp öğrencisi olan ağabeyime “Nasıl olur! İnanılır gibi değil” demiştim. O da benim böyle şeyleri niye düşündüğümü anlamadığını söylemişti. Ben de kendi kendime onun için “ruhsuz, duygusuz” demiştim. Yıllar geçince hastalıklarla tanıştıkça duygularım allak bullak oldukça ve ne yapacağımı şaşırdıkça, ruhsuz olmanın gerekliliğine anladım.
İnsan âşık olduğu zamanda karmakarışık duygular içinde olur sevinse bir türlü sevinmese bir türlü. Hastalık da öyle. Aslında, gerçek olan hissedilenlerin, düşünülenlerin doğrulanması. Bu durum iyi mi? kötü mü? Bilemiyorum. Ama bildiğim ve gerçek olan tek şey hastalığın insanlara yakışmadığı âşık olmanın yakıştığıdır.
İsmini hatırlayamadığım bir tıp hocası şoförüyle beraber sinemaya gider. Film sırasında şoförüne” Mehmet benim kalbim durdu teknik olarak benim ölmem gerekir ama ben hala yaşıyorum” der. Aradan geçen çok kısa bir süre sonra hoca oracıkta vefat eder. Bunu anlattıklarında önceleri gülerdim şimdi kötü oluyorum.
Hasta olmak ama hastalığı kabul etme gerçekçiliğine sahip olamamak. Kabul etsek bir türlü etmesek bir türlü. Diğer bir deyişle, üzülmek mi? üzülmemek mi?