Yazılarım · 28 Ocak 2013

“Kur Savaşlarının Ekonomi Politiği”

Havva TUNÇ                                 28.01.2013

Serbest piyasa ekonomisi koşullarının uygulandığı küresel para ve finansal piyasalarda sermayenin mobilitesi  piyasada çıkar çatışmalarına yol açabilmektedir. Özellikle kriz dönemlerinde müdahaleci ve korumacı uygulamalar serbest piyasa koşullarından sapmalara yol açmaktadır ve piyasa istikrarı bozulmaktadır. Daha açıkça ifade edersek, sermayenin uluslararasılaşmasına rağmen dünya ticaretinden pay almak, pazar payını yükseltmek amacıyla merkez bankaların ulusal paralarının değerlerini düşük tutmak amacıyla döviz kuru müdahaleleri sistemin işleyişini bozduğu gibi istikrarsızlığa yol açmaktadır. Bu istikrarsızlığın temel nedeni uluslararası mal piyasanın paylaşımıdır.

Başlangıçta Amerikan Doları ile Çin Yuanı arasında var olan kur ilişkisinde değer kaybının Yuan cephesinden avantajlı konumuna Amerikan ekonomisinden yükselen itirazlara Yuanın piyasa koşullarına terk edileceğinin Çin hükümeti tarafından açıklanmasına rağmen  Yuanın  Amerikan  Dolarına  endeksliliğinin sürmesinin ve Çin’in dış ticarette elde ettiği avantajının giderek artmasıyla dikkatler  ülkelerin uluslararası arenadaki paralarının değerine yöneltti.

Çin Haziran 2010’da daha esnek bir kur politikasına geçeceğini ilan etmiş olmasına rağmen parasını Amerikan Dolarına endekslemekten vazgeçmemiş, 2012'nin ortalarına kadar sürmüş olup gerekli düzenleme gecikmelide olsa yapılmıştır. Çin'in sahip olduğu 2,5 trilyon dolar üzerindeki  döviz rezervi, ona kurlara müdahale etme imkanı tanımakla beraber ticarette  pazar payını artırma imkanı da vermektedir.Çin 2010 Eylül ayı ortalarında, elindeki döviz rezervlerini kullanarak Japon tahvili alarak ( büyük miktarlarda) Japon yeninin hızla değer  kazanımına yol açmıştır. Yaklaşık 10 yıldan daha uzunca bir süredir 120 Yen seyreden ABD Doların  Yen karşılığı 8o Yenin altına inmesine sebep olmuştur. 20 yıldır durgunluktan çıkamayan deflasyonist bir süreç yaşayan Japon ekonomisi, 2008 küresel sistematik finansal krizin de etkisiyle ekonomisindeki durgunluk ve daralma daha da artmıştır.Kriz öncesinde Yenin  dolar kuru 120 dolaylarındayken kriz sonrasında bu değer  yaklaşık 80 olmuştur.  Japon ekonomisi, Çin’in bu uygulaması nedeniyle Japon Yeninin   değer kazanımı ve değerli Yen’in  uluslararası   ticarette Japon ekonomisi-dış ticareti üzerindeki negatif etkisinin(ticaret daralması gibi) olumsuzlukları elimine etmek amacıyla Japon Merkez Bankası(BOJ) piyasaya Japon Yeni satıp Amerikan Doları satın almıştır.Ve ABD Dolarının karşılık gelen Yen’in değeri  80’den 85 seviyesine çıkmıştır.BOJ  faiz oranlarını sıfır düzeyine çekerek  kurdaki müdahalelerine destek vermektedir.

ABD tarafınca ,Çin ile Japonya arasındaki döviz kurunu belirleme düzenlemelerde( Çin’in Yuan’ın değeri düşük kılmak için yaptığı müdahaleler) Çin’i bir manipülatör olarak suçlanmaktadır.  Zira, Japonya’nın en önemli sorunu içinde bulunduğu deflasyonist sürecin hızlanma olasılığı olup Yen’in değerlenmesiyle bu sürecin ivme kazanacağıdır. Ve bu durumun gerek Japon ekonomisi gerekse küresel ekonomiler üzerindeki etkileri itibarıyla dikkat edilmesi gerekmekte olup aksi takdirde piyasa kurallarının aksamasına yol açacağıdır.

Kürersel Finansal Krizin nedeniyle Amerikan Merkez Bankası(FED) 2008 ortalarında 800 milyar Dolarlık bir parasal genişleme yaratmış olup Eylül 2010 itibarıyla FED’in sağladığı parasal genişleme 2.3 trilyon Doları bulmuştur. ABD krizin başlarında repo ve benzeri enstrümanları kullanmış olup daha sonraları tahvil alımları(miktarsal genişleme) yapmıştır. Eylül ayı sonunda yapılan FED toplantısında ikinci parasal genişlemenin söz konusu olabileceği bu genişlemede piyasaya 1 trilyon Dolar sunulmasıyla Doların Euro karşısındaki değer kaybı tırmanmış olup Euro Dolar paritesi 1.39’u bulmuştur. Diğer bir deyişle, kurlara yapılan müdahaleler yanı sıra FED ikinci bir genişleme politikası Dolardaki değer kaybının  daha hızlı bir biçimde ivme vermiştir.İkinci genişlemeyi  üçüncüsü(Q3) İzlemiştir. Ve aylık 85 milyar dolar sunulacağı planlanmıştır.Dolardaki miktarsal artış, Euro karşısında değer kaybını kaçınılmaz kılmaktadır.Benzer biçimde  Avrupa’da ise Avrupa Merkez Bankası(ECB) Euro bölgesi tahvillerini satın  almaktadır.Bu alımlara örtülü olarak devam etmekte olup miktarı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Kore’nin ve İsviçre’nin(Frank) ulusal para birimlerinin değerini düşürmek için müdahaleler yapmakta olup Brezilya’da para biriminin değerinin yükselmesini önlemek için stopaj oranlarını yükseltmiştir.

Döviz kurları üzerinde merkantilist bir rekabetin gündemde olduğu ve bu rekabetin ilerde daha da şiddetlenebileceğinden  dikkatler Merkez bankaların izledikleri kur politikalarına yönelmiştir. Krizden, durgunluktan çıkmanın tek koşulunun artan ticaret hacmi ile olası olacağı düşüncesine olan ilgi tek araç gibi gözüken kurlara müdahalenin gerekliliğini gündeme taşımaktadır. Aslında durgunluktan  kurtulmak için, ticareti artırmanın ve/veya dünya ticaret içinde payını yükseltmenin yolu değersizleşmiş kurla beraber  ülkelerin gelir düzeylerindeki  ve/veya istihdamdaki artışla  olası olduğudur.

Küresel  Finansal Krizin ülke ekonomileri üzerinde yarattığı sarsıcı ve yıkıcı etkinin olumsuzluklarını elimine etmek  için çözümü dış ticaret (dış talep) gören dünya ekonomileri  ticaretteki pazarın paylaşımında pay almanın en kolay yolunun ulusal paranın diğer paralar karşısındaki değer kaybı ile elde edileceği ve bunun en  avantajlı bir durum olabileceği düşüncesindedirler. Ve bu durumda büyük döviz rezervlerine sahip ülke ekonomileri bu avantajını sonuna kadar kullanacaktır(Çin‘in yaptığı gibi). Pazar paylaşımında yaşanan merkez bankaların  kur müdahaleleri  ile mal  piyasa paylaşımının piyasa mekanizmasının  aksatacağı  ekonomi otoritelerince unutulmaktadır.

Bir taraftan reel pazarın paylaşımında Merkez bankalarınca  kurlara yapılan müdahalelerle gerekli ama tek başına yeterli  değildir. Diğer taraftan da pazar payının yükseltilmesi uğruna  ulusal paranın değeri düşük kılınarak  sistemin kaos  girmesine yol açılmaktadır.

Merkezde bulunan gelişmiş ülke ekonomilerin  periferide bulunan gelişen ekonomilerin pazarını elde etmek ya da pazarında pay almak kur müdahaleleri ile olası olmakla beraber  yeterli değildir. Pazarın paylaşımdan sorunları elimine edecek biçimde çıkılabilinmesi ulus ekonomilerin, istihdam artırmak gibi içsel dinamiklerini harekete geçirerek, içsel pazar yaratmak ile olası gözükmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, 17.yy sonlarında, Merkantilist felsefeye göre ülkelerin refah artışı ülkeye giren değerli maden stokundaki artışa bağlıydı. Değerli maden stokundaki artış ülkelerin ticaret hacmindeki büyüklüğe,yani ihracatın artmasıyla olasıydı. 21. yy başlarında yaşanmakta olan krizler 17.yy merkantilist felsefeyi tekrar gündeme taşımıştır. Zira Finansal piyasaların yükselen piyasalar olmasıyla unutulan reel piyasalar tekrar popülaritesine kavuşacak mıdır? Reel piyasaların özellikle imalat sanayinin azalan kar hadleri merkantilist felsefenin yerini yükselen finansal piyasalara bırakmıştır. Yetmişli yıllardan itibaren finansal piyasalar liberalleşmeyle beraber küresel piyasalarda yerini almıştır. Ancak belli aralıklara tekrarlayan finansal krizlerin tekrarlama aralığının daralması ve krizlerden çıkış süresinin uzamasıyla, krizlerin ulusal ekonomiler üzerindeki yıkımı ve bunun toplumsal etkisi  merkantilist felsefeye kaybettiği  eski itibarına kazandıracak gibi gözükmektedir. Burada unutulan ya da unutulmuş gibi davranılan 21.yüzyıl koşullarının 17.yüzyıldan farklı olduğu, birbirlerine benzemediğidir. Daha açıkça ifade edilirse, 21.yüzyılın  büyüme ve kalkınma(refah)  algılamasının 17.yüzyıldan oldukça farklı olmasıdır. Günümüzde,daha farklı dinamikler aktive edilmedikçe sadece kur savaşları ile 2007 Finansal krizin dünya ekonomisi ve ulusal ekonomiler üzerindeki yıkıcı ve sarsıcı etkisinden kurtulmaları kısa sürede olası olmadığı gibi 2013 Ocak sonu itibarıyla durumu değerlendirdiğimizde,finansal kriz ve kur savaşı öyküsü en azından bir beş yıl daha sürecek gibi gözükmektedir.