Havva TUNÇ
Finansal krizler iki farklı nitelikte olur. Birincisi, spekülatif amaçlı ataklar İkincisi ise piyasanın likidite ihtiyacından doğan ataklardan oluşan döviz talebi genişlemesiyle oluşan finansal krizler. Türkiye Ekonomisinde 22 Kasım-5 Aralık 2000 tarihleri arasında yaşanan finansal krizin ikinci türden bir kriz olduğunu söyleyebiliriz.
Açık bir ekonomide, para piyasasında, finansal bir kriz vuku bulduğu zaman krizi ortadan kaldırabilmek için kullanılacak araçlar bellidir:döviz rezervi(döviz kuru) ve faiz oranı. Oluşan finansal krizin nedeni spekülatif hareketler ise her iki araç (kur-faiz) birlikte kullanılmalı ki kriz elimine edilebilsin; döviz talebi artarken ulusal parayı cazip hale getirmek için (talebin ulusal paraya yönelmesini sağlamak) döviz rezervleri kullanılarak döviz talebi karşılanır ve bu arada artan faiz oranları da talebin yönünü TL’ye doğru değiştirir.Bu durumda krizden kurtulabilmek için, paniğe kapılmadan, rezerv erimesiyle beraber artan faiz oranlarına katlanmak gerekir. Oluşan finansal kriz likidite yetersizliğinden kaynaklanıyorsa faiz oranlarını artırarak döviz talebini elimine edemeyiz tam tersine faiz oranlarındaki artış krizi derinleştirir. Bu durumda döviz rezervlerini kullanarak artan döviz talebi karşılanır, rezervler erir ama kriz hemen sonlanmaz, krizin sonlanabilmesi için artan döviz talebi karşılanırken azalan rezervlerin yeni rezervlerle takviye edilmesi gerekir.
Türkiye Ekonomisinde yaşanan kriz likidite yetersizliği sonucu oluşmuş olup krizi giderebilmek için önce rezervler kullanılmış fakat daha sonra bu uygulamadan vazgeçilmiş (Uluslararası para fonu ile yapılan Stand-By anlaşması bağlamında uygulanmakta olan istikrar programından sapmalar olmaması için) sonuçta artan likidite talebi karşılanamadığı için faiz oranlarındaki ve kurlardaki artış tırmanışa geçerek finansal piyasada krizin derinleşmesine neden olmuştur.
“Finansal Kriz,Finans Piyasası ve Türkiye Ekonomisi” konulu bu çalışmada 2001 finansal krizin doğuş nedenleri, gelişmesi ve ekonomideki yansıması incelendi. Bu inceleme yapılırken önce Türkiye Ekonomisinin genel görünümü verildi. Daha sonra para piyasasının istikrarını sağlamakla görevli Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının (TCMB) sistem içindeki işlevleri, yaşanan krizde üstü¬ne düşen görevi yerine getirip-getirmediği, nedenleri ile, saptanmaya çalışıldı. Krizin derinleşmesini önleyebilmek için gerek iç piyasadan gerekse IMF’den alınan ek rezervler ve etkileri açıklandı. Finansal krizin sorumlusunun kim olduğu sorusuna yanıt aranarak çalışma sonlandırıldı.
Para Arzı ve Merkez Bankası
Günümüz ekonomilerinde para arzı sadece devletin piyasaya sürdüğü kağıt paradan oluşmamaktadır. Bankacılık sistemi de para yaratmakta ve ekonomik olayları büyük ölçekte etkilemektedir. Merkez bankası bir taraftan mevduat sahiplerinin zarar görmelerini önlemek diğer taraftan bir para politikası aracı olarak bankacılık sisteminin yasal rezerv oranlarını belirlemektedir. Bankalarda kendilerine yatırılan mevduatın yasal rezervleri dışında kalan kısmını, kredi olarak, kredi talebinde bulunanlara kullandırmaktadırlar.
Para piyasasında dolanımda bulunan paralar(madeni+kağıt para) ve bankalarda tutulan rezervler parasal tabanı oluşturmakta olup kişiler sahip oldukları paralarını banka yatırarak para arzının genişlemesine katkıda bulunurlar. Bankadaki mevduat, bankaların kredi yaratma yoluyla para çarpanı vasıtasıyla büyüyerek piyasadaki para arzını genişletir.
Merkez bankası parasal tabanı kontrol eder; şöyle ki dolanımdaki parayı emisyon yoluyla rezervlerinden rezerv oranındaki artış yada azalışlarla belirler. Bankaların gerek kendi bünyelerinde gerekse merkez bankası nezdinde ayırdıkları karşılıklar; oranlar dahilinde, parasal tabanı belirler ve bu oranların artması parasal tabanın daralmasına, azalması ise parasal tabanın genişlemesine neden olur.
Merkez bankasının analitik bilançosuna bakarak o ülkedeki para arzı ile ilgili izlenen para politikasının ne olduğunu anlayabiliriz. Merkez bankasının analitik bilançosunun pasifinde yer alan toplam döviz yükümlülükleri ki bu merkez bankasının yabancı para cinsinden borcunun gösterir ve merkez bankası parası ki buda parasal tabanı ve kamu mevduatından oluşur. Merkez bankasının aktifi ise dış varlıklar ve iç varlıklardan ibaret olup pasifin tonlamasında kullanılır. Bankaların merkez bankasında bulundurmaları gereken mevduat karşılıklarını merkez bankası belirler ve oranlardaki değişimi parasal tabandaki değişim belirler.
Merkez bankası piyasaya doğrudan emisyonda bulunarak ve rezerv oranlarını, gerek merkez bankası nezrinde gerekse bankalarının kendi bünyelerindeki, değiştirerek para arzını tayin eder. Rezerv olarak belirttiğimiz karşılıkların bir kısmı ihtiyat olarak ayrılıyorsa bunlar nakit olarak tutulur bir kısmı da hazine bonosu, devlet tahvili olarak adlandırılanlarda menkul olarak ayrılır. Merkez Bankası ticari bankalara verdiği kredilerle de parasal tabanı etkilemektedir. Bankalar nakit ihtiyaçlarını gidermek için Merkez Bankasından kredi alırlar. Bu kredi alma işleminde ellerindeki senet ve tahvilleri merkez bankasına reeskont ettirir veya bir teminat karşılığı doğrudan borçlanırlar. Merkez bankasının uyguladığı reeskont faizi de parasal tabanı belirler. Diğer bir değişle reeskont faiz oranı yüksek ise parasal taban üzerindeki etki genişletici olmaz, maliyet yüksek olduğundan, düşük ise parasal tabanı genişletir.
Merkez bankası açık piyasa işlemleri yaparak parasal tabanı etkiler. Diğer bir deyişle, merkez bankası piyasaya hazine bonosu, devlet tahlili satarsa parasal taban daralır veya satın alırsa parasal taban genişler. Kısacası merkez bankası sadece emisyon işlemine başvurarak para arzını belirlememekte aynı zaman¬da açık piyasa işlemleri, reeskont ve faiz oranlarını kullanarak para arzını belirlemektedir.
Türkiye ekonomisinde kronikleşen cari işlemler hesabındaki açığı giderebilmek, fiyatlar genel düzeyinde ki artışı önleyebilmek, büyümeyi sağlayabilmek için IMF başvurmuştur.Yapılan müzakereler sonucunda Stand-By antlaşması gerçekleşmiştir.Türkiye Ekonomisinde uygulanması gereken iktisat politikaları belirlenerek istikrar programı oluşmuştur.4 Sunulan istikrar programında para ve kur politikası ve sistemin istikrar sağlayıcısı olan TCMB’nın fonksiyonları belirtilmiştir. Para ve kur politikasının temel hedefleri; enflasyonun indirilmesi, faiz oranlarının düşürülmesi, para-kur değişmelerinin önceden belirlenmesi, yerli ve yabancı yatırımcılar için finansal yatırımlarda belirsizliğin azaltılması şeklinde özetlenebilir.
Para Piyasasında İstikrar Sağlayan Aktör Merkez Bankası:Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Türkiye ekonomisinde para tabanı TCMB’nin dolaşıma çıkardığı banknot miktarı (emisyon) artı bankacılık sektörünün TCMB nezdindeki Türk Lirası(TL) mevduat karşılıkları belirler.TCMB dolaşıma çıkaracağı emisyon miktarını belirleyen Net Dış Varlıklardır(NDV). Net Dış Varlıklar: i.Net uluslar arası rezervler,
ii.Orta vadeli dış krediler,
iii.Diğer kalemlerden oluşmaktadır.
TCMB’nin NDV belirleyen ögeler içerisinde yer alan orta vadeli dış krediler önemli büyüklükte olmadığından ve diğer kalemler eksi değerde olduğundan para tabanını sadece net uluslar arası rezervler belirlemekte dolayısıyla artışı da net uluslar arası rezervlerdeki artışlar belirlemektedir. TCMB’nin sahip olduğu altın ve döviz mevduatından brüt uluslar arası yükümlülüklerin çıkarılması ile net uluslar arası rezervlere(NUR) ulaşılır.Diğer bir deyişle, ABD doları cin-sinden NUR brüt dış varlıklar ile brüt uluslar arası yükümlülükleri arasındaki fark TCMB’nin net forward pozisyonu ile toplanmasından oluşmaktadır.
İstikrar programının amacı doğrultusunda brüt dış varlıklar; altın mevcudu, efektif deposu muhabir hesap bakiyeleri ve IMF’deki herhangi bir rezerv pozisyonu dahil yerleşik olmayanlardan olan bütün kısa dönemli döviz cinsinden alacaklarıdır.Türk savunma fonundaki döviz varlıkları rezerv varlıklara dahil edilmemektedir.
Brüt uluslararası rezerv yükümlülükleri yerleşik olmayanlara karşı orijinal vadeleri bir yıla kadar ve bir yıl olan yabancı para birimi üzerinden olan bütün yükümlülükleri, bankaların döviz mevduatlarına karşı tutulan rezervler, TCMB’den akreditif bedelleri, TCMB’nin döviz alacakları ve vadelerine bakılmaksızın ödemeler dengesi destekleme amaçlı yapılan borçlanmalardan doğan yükümlülükleri içermektedir. Net forward pozisyonunu yazarsak TCMB’nin yabancı para birimi cinsinden yerleşik olmayanlardan, bilanço dışı, alacaklarının kağıt üstündeki değeri ile yerleşik ve yerleşik olmayanların döviz yükümlülükleri arasındaki farktır.
TCBM’nln altın ve döviz mevcudunun TCMB’nin döviz yükümlülüklerinden daha fazla artması sonucu para arzı genişleyebilmektedir. TCMB’nin bankacılık sisteminden dövizle borçlanarak, IMF kredisi kullanarak, kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları, dresdner hesabını artırarak para tabanını genişletemez. Ancak TCMB’nin kendisine yükümlülük doğurmayacak şekilde altın ve döviz varlığının artması sonucunda para tabanını genişletebilecektir.Yani, bankalardan döviz satın alarak emisyon hacmini artırarak piyasaya para sürebilir.
Parasal tabandan dönem sonu cari kurlarla hesaplanan NDV çıkarılması ile TCMB’nin net iç varlıkları(NİV) elde edilir. TCMB’nin NİV Stand-By anlaşması ile belirlenen sınırları aşmaması içinde kamuya nakit kredi açılmaması, bankaların açık piyasa işlemleri yoluyla tonlamasını genişletebilmesi TCMB’nin dövizde net pozisyonunun sürekli bir şe kilde artı olması, bunun sonucu olarak kur farklarının değerleme hesabının alacak bakiyesi vermesi gerekir.
Δ NİV= R.ΔB yazılabilir.
Para Piyasası Bağlamında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü
Bu dönemde ödemeler bilançosunun “Cari işlemler Hesabı” 9 milyar dolar acık vermiştir.”Dış Ticaret Hesabı 24 milyar dolar acık vermiştir.Dış ticaret açığının nedeni, ihracatın ithalatı finanse etmede yetersiz kalmasıdır. Diğer bi deyişle ithalattaki artış % 37 iken ¡ihraçattaki artış % 0.8 dir. Dış ticaret açığı önceki döneme göre % 109.9 artmış olup , bu açık ithalattaki artıştan kaynaklanmıştır. Yapılan toplam ithalat oluşturan kalemlere baktığımız, ithalatın % 30’nu ara mallar( petrol ithalatı %66 + diğer %33),% 48 tüketim malları, % 20 yatırım malları olduğunu görüyoruz.
DİE’nin verilerine göre ekonomi %6.9 büyümüştür. Verilerden anlaşılacağı üzere ekonomide gerçekleşen büyümenin iç talepteki canlanmadan kaynaklanmıştır. Yapılan toplam ithalat içinde tüketim mallarının payı yaklaşık %50 dolaylarındadır. Zaten ekonomide uygulanmakta olan istikra programı iç talebi artırıcı ve artan talebinde ithalatla karşılanması anlamına gelen ithalatı artıcı bir programdır. Kaldı ki uygulanmakta olan para-kur politikası program desteklenmekte olup bununda göstergesi olarak TL’nin % 12 aşırı değerlendiği ve sonuçta ithalatın teşvik edildiği -buna karşılık ihracatın caydırıldığıdır.
Öz kaynaklar itibariyle, ilk dört büyük banka hariç, zayıf bir yapıda olan Türk Bankacılık Sektörü bu kriz dönemi öncesinde sektörde bulunan sekiz banka, Tasarruf ve Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiştir. Türk Bankacılık sistemindeki bankaların toplam aktifleri yılın ilk dokuz ayında % 8 büyümeyle 144 milyar 88 milyon dolara çıkarken dönem karı ve öz kaynakları gerilemiştir.
Öz kaynaklardaki erimenin temel nedeni karların reel olarak azalması- dır.Fona devredilen bankaların sayısı artmış olup bu bankaların bilançolarında gizlenen zararlar ortaya çıkmıştır. Bankalar Birliğine göre Eylül 2000 itibarıyla sistemde yer alan toplam 81 bankanın bunların 31 tanesi mevduat bankası olup toplam aktifler bir önceki yılın aynı dönemi¬ne göre % 58 artarak 95 katrilyon 9446 trilyon liraya ulaşmış ve Eylül 2000(dokuz aylık) net dönem karı 57 trilyon 156 milyar olmuştur. Eylül 1999 sonunda 760 milyon dolar olan dönem zararı Eylül 2000 sonunda 2.6 milyar dolara, geçmiş yıl zararlarını da içeren toplam zararlar ise 1.9 milyar dolardan 7.1 milyar dolara yükselmiştir. Kamu bankalarının, Örneğin: Ziraat ve Halk bankasının görev zararlarının 14 katrilyona ulaşması, görev dışı zararlarının büyük değerlere ulaşması, para talebini artıracağından, istikrar programı için büyük bir risk oluşturmaktadır.
Krizin Doğuşu, nedenleri ve gelişim Türkiye ekonomisi finans kesiminde 22 Kasım-5 Aralık tarihleri arasında yaşanan olaylar krizin belirtileri olup özetlersek:
1.Gerek TL’ye gerekse yabancı paraya talep artmış olup artan talep karşılanmayarak piyasada likidite yetersizliği oluşmuştur.
2.Artan talep piyasa tarafından karşılanmayınca gerek faiz oranları gerekse kurlar artış seyrine girmiştir.Üç gün içinde overnight faiz oranları % 700, % 1200’e ve hatta % 1700-2000 seviyesine ulaşmıştır.
3.Ekonomiden yabancı sermaye çıkışının yaklaşık 6.2 milyar dolar olduğu belirtilmektedir.
4.Sermaye piyasası (IMKP) endeksi 3 Kasım 2000’de 2.19 dolar düzeyinden 4 Aralık 2000’de 1.08 dolar düzeyine inmiştir.
5.Demirbank ve Park Yatırım TMSF’ye devredilmiştir.
6.Piyasa ile ilgili beklentilerin olumsuz olması ve gerek cari açığın (CİB)giderek artması gerekse TMSF’ye devredilen bankaların sayısının çokluğu( toplam 11 banka fona devredilmiştir) bankacılık sektörünün yapısal sorunlarını açıklar niteliktedir.
7.Kamu bankalarının görev dışı zararlarının 20 milyar dolar olması.
Finans kesiminde bu olaylar yaşanırken para piyasasının istikrarını sağlamakla görevli olan TCMB piyasanın likidite ihtiyacı gidermek için piyasaya para sunmuştur. TCMB piyasaya vereceği paranın rezervlerini eriteceğini ve istikrar programını tehlikeye sokacağı korkusuyla piyasaya döviz vermekten vazgeçmiş ve bu andan itibaren piyasanın likidite talebi karşılanmayacağı kesinleşince faiz oranlan, döviz kurları yükselme seyrine girmiş ve menkul kıymetler piyasasında satışlar artmıştır. Krizin doğmasıyla, izlenmekte ve/veya izlenmesi gereken politikalarda gecikmeli ve tereddütlü davranılması, krizin derinleşmesinin kısa sürede gerçekleşmesine neden olmuştur. Diğer bir deyişle piyasada gerek TL’de gerekse dövizde likidite yetersizliği krizin temel nedeni değil ama başlaması için katalizör rolü oynamıştır.
Artan Likidite Talebi?
Bankacılık sisteminde fon talebinde bulunan bankaların dikkat etmeleri gereken önemli bir nokta vardır:” bankaların fonlama riski yüksek yabancı kaynağın likidite riski düşük düzeyde olmalıdır.Türkiye ekonomisinde faaliyette bulunan bankalar hem fonlama riski yüksek hem de likidite riski yüksek olduğundan sektörün sorunları bitmemektedir.
Bankaların likidite talepleri hem döviz hem de TL cinsinden artmıştır. Sektörde bulunan bankaların likidite taleplerindeki artışın nedeni yukarıda belirttiğimiz fonlama prensibine uymamalarından kaynaklanmıştır.
Faaliyette bulunan bankaların hem döviz hem de TL talebinde bulunmaları alışılagelmiş bir durum değildir.Normal koşullarda bir bankanın yabancı parada (dövizde) kısa pozisyonda, TL’de ise uzun pozisyonda olması gerekir.Ya da tam tersi durumun olması gerekir, yani, TL’de kısa pozisyonda ise dövizde uzun pozisyonda olmasıdır.
Türkiye Ekonomisinde bankacılık faaliyetinde bulunan bankaların hem TL’de hem de dövizde yetersiz (kısa) pozisyondadır.Çünkü bankaları TL’deki donuk aktifleri yüksek ve net çalışma sermayeleri serbest öz varlıklar değildir. Sektörde bulunan bankaların ellerinde yeterince döviz olmadığından TL’ye sıkıştıklarında döviz satarak TL sağlayamamaktadırlar ve yeterli TL‘leri olmadığından, dövize ihtiyaç duyduklarında döviz alamamaktadırlar. Genel durum böyle olunca TCMB’ye büyük görev düşmektedir. TCMB bankalara ihtiyaçları doğrultusunda TL verecek onlarda bu TL’lerle döviz satın alacaklar. TCMB’nin bankalara TL vermesi açık piyasa işlemleri ile gerçekleşmektedir.
17-24 Kasım 2000 tarihleri arasında TCMB’nin bilançosuna baktığımızda TCMB’nin bankalardan alacağının 2.656 Trilyon liradan 4.266 Trilyon Liraya yükselmiştir.Diğer bir deyişle TCMB bankalara 1.610 Trilyon lira vermiştir. Bankalarda elde ettikleri bu TL’ler ile TCMB’den döviz almışlar ve bu dönemde TCMB’nin brüt ‘döviz rezervleri 18.736 Trilyon liradan 17.066 Trilyon Liraya yani 1.677 Trilyon lira azalma ol- muştur.Bunun anlamı, TCMB tarafın¬dan bankaların nakit ihtiyaçlarını giderilmiştir.
Bankaların likidite taleplerindeki artışın bir diğer nedeni de devletin bankalara sattığı iç borçlanma senetleridir (DİBS). Devlet iç borçlanma yöntemi olarak bankalara fonlattığı senetlerle finansman ihtiyacını gidermektedir. Bankalar devletten DİBS satın alırken , kendi öz kaynakları yetersiz olduğundan. finansman kaynağı olarak yurt dışındaki yabancı bankalardan kredi alıyor (borçlanıyor), bu kredi talebinde bulunurken de ellerindeki devlet tahvillerini teminat olarak veriyorlar ve döviz cinsinden borçlanıyorlar.Yaşanan kriz ile birlikte piyasa faiz oranlarındaki artış piyasanın geleceği ile ilgili beklentilerin net olmayışı nedeniyle yabancı bankaların,verdikleri krediler geri istemeleri ulusal bankaların borçlarını ödeyebilmek için para talepleri artmıştır.
Menkul kıymetler piyasasından (İMKB) sermaye çıkışı da para talebini artırmıştır. Piyasadan çıkan para miktarının yaklaşık 6.2 milyar dolar olmuştur. Yabancı sermaye çıkışının nedeni gerek bankacılık sektörünün zayıf yapısı gerekse Türkiye Ekonomisi ile ilgili beklentilerin olumsuz olmasıdır
Krizden Nasıl Çıkıldı?
Artan piyasa faiz oranları, tırmanış trendine geçen döviz kurları, İMKP’deki git¬tikçe artan menkul satışları ve iç piyasadan sermaye çıkışları ve endeksin 1998 seviyesine(1.46 dolardan 1.08 dolara) inmesi ve bankacılık sektöründe bulunan üç bankanın TMSF devredilmesi gibi olaylar Türk para piyasasında yaşanan yaklaşık bir haftadır devam eden finansal krizin bir fotoğrafıdır.
TCMB’nin dövize talebi kesmek ama¬cıyla gecelik faizlerin yükselmesine izin vermesi yani piyasaya müdahalede bulunmamıştır. Piyasada krizin kısa sü¬rede bunalıma dönüşmemesi ancak ve ancak ek bir finansman kaynağının bulunması ile mümkün olacağı beklentisi vardır ve bu beklenti ile fona başvurulur. IMF yetkililerinden para piyasasını rahatlatacak kredi kararının çıkması ile piyasadaki kriz ortamı aşılır. IMF’in piyasaya Ek Rezerv Kolaylığı Kredisi (SRF)18 adı altında 7.5 milyar dolar kredi vereceğini açıklaması ile piyasa rahat bir nefes almıştır. Verilecek olan bu kre- dinin(SRF) vadesi 18 ay olup ödenecek faiz oranının % 3 dolaylarında olacaktır. SRF’ye ilavetende 2.9 milyar dolarlık Stand-By kredisi olmak üzere IMF tara-fından Türkiye’ye toplam 10.4 milyar dolarlık kredi verilmiştir.
IMF yetkilileri verilen ek rezervlerin Türkiye ekonomisinden yeniden çıkışını önleyecek tedbirlerin alınmasını ve bu-nunda TCMB’nin uygulanmakta olduğu para programından taviz vermemesiyle sağlanabileceğini belirtir. Ayrıca IMF, KİT’lerin özelleştirilmesinin hızlandırılması; keza bankacılık sektörünün rehabilite edilmesi .sorunlu bankaların sis¬tem içinde elimine edilmesi ;Türk bankacılık sistemine,özellikle dış piyasalarda, oluşan güvensizliği ortadan kaldırabilmek için BDDK’nın sisteme ilişkin yapacağı iyileştirme programının açıklanması gerektiğini istemektedir. Bunlara ilaveten de memur maaşlarındaki artış İle tarım destek fiyat artışlarının % 10 geçmemesine özen gösterilmesinin altı çizilmektedir. IMF’in ısrarı üzerine Türk Bankaların yurt dışındaki bankalardan aldıkları tüm borçlar devlet garantisine alınmıştır.
IMF’den alınan ek krediye ilaveten hükumet İş Bankası, Yapı Kredi Bankası, Akbank ve Garanti Bankası olmak üzere bu dört büyük özel bankaya, 250’ şer milyon dolar olmak üzere, alacağı toplam bir milyar dolar döviz karşılığında üç yada altı ay vadeli tahvil vereceği hususunda anlaşmaya varılmıştır. Kamu bankaları da hazineye bono ve tahvil karşılığı döviz desteği vermiş olup, Ziraat Bankası 783 milyon dolar, Halk Bank da 219 milyon dolar olmak üzere, toplam bir milyar dolar döviz girişi olmasında anlaşılmıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda para piyasasında görünüm ise faiz oranlarındaki düşüşün hızlanıp% 80-70 düzeyine İndiği ilerleyen günlerde normal düzeyine ulaşacağı yetkililer tarafından ifade edilmiş olup İMKB endeksi artış trendine girmiş olup artışın sürmesi beklenmektedir.
IMF tarafından verilecek kredinin kesinleşmesi sonucunda ekonomiye para girişi ile artan faiz ve döviz kurları iniş
sürecine girmiştir. Ancak gelen ek rezervler dışında kriz döneminde yurt dışına giden yabam sermayenin ulusal ekonomiye geri geleceği beklentileri henüz gerçekleşmemiş olup tam tersi yerli sermayenin ulusal ekonomiden çıkabilmek için uygun koşulları beklediği gözlenmektedir. Ocak Ayı başında Türk tarafı IMF’e 62 maddelik üçüncü niyet mektubu ile gerek özelleştirme gerekse para programı ve bankacılık sektörü ile ilgili yapılacak olanlar hususunda yerine getirecekleri taahhütleri konusunda güvence vermiştir. Bunun yanı sıra yapılması beklenen Türk Hava Yollarının, Telekom’un özelleştirilmesinin Mayıs 2001 ’e kadar gerçekleşeceği ve Fonda bulunan sekiz bankanın mayıs sonuna kadar satılacağı belirtilmiştir. Fakat Bankacılık sektöründeki TSMF ‘ye devredilen bankaların sektör üstündeki yükleri nedeniyle satış sunulması ama satışın bekle-nen hızda gerçekleşmemesi ekonomide finansal krizin sonlanmadığı geçici olarak durduğu izlenimi vardır.
Şubat ayı başında hükumet IMF’e dördüncü niyet mektubunu göndererek istikrar programına uyulacağı ve uyulmakta olduğu ve de birtakım gecikmelerin üstesinden gelineceği ifade edilmiştir.
Para piyasasında yaşanan finansal kriz ek rezerv kredileri ile önlenebilecek midir? yoksa Türkiye Ekonomisinde yaşa¬nan bu krizin gerçek nedeni likidite yetersizliği değil midir? Sorularına verilecek yanıtlar krizi açıklar nitelikte olacaktır.
İzlenmekte olan istikrar programı zaten oluşacak olan krizi faiz ve kurları denetim altına alarak ve de ek finansal kaynağı ekonomiye enjekte ederek ertelemiştir. Bankacılık sektöründeki yetersizliğin açığa çıkmasıyla ve sektöre olan güvenin kaybolmasıyla istikrar programın uygulanmasıyla ertelenen kriz gerçekleşmiştir. IMF destekli istikrar programları ithalatı artırıcı olması 24 ulusal ekonominin gelir kaynaklarını azaltmakta, buna karşın harcamaların artmasına(ithalat artışı) neden olarak ticaret açığını büyütmektedir.
Sonuç Yerine: Genel Değerlendirme
Para piyasasında gerek TL’de gerekse dövizde ortaya çıkan likidite yetersizliği, sırasıyla, faizlerin ve kurların artışına neden olmuştur. Para piyasasında ortaya çıkan veya çıkacak istikrarsızlıkları gidermekle görevli olan TCMB piyasanın nakit ihtiyacını karşılamada yetersiz kalması, basit bir nakit ihtiyaç krize dönüşmüştür.
Finansal krizin nedeni sadece piyasanın nakit talebine sistemin cevap veremeyişi değil aynı zamanda likidite talebindeki olağan üstü artışlardır. Neden birden bire gerek TL’de gerekse dövizde talep artışı olmuştur? Bankacılık sektöründe faaliyette bulunan bankaların zayıf, örneğin, öz kaynakları tonlamada uygun değil ve yetersiz pozisyondadır.
Yabancı sermayedar gerek cari açığın giderek büyümesini genel ekonomi bağlamında ciddi bir durum olarak algı-laması gerekse para piyasasını güvenilir bulmaması ve piyasanın geleceğini de görememesi iç piyasayı terk etmesine neden olmuş ve para talebi artmıştır. Uygulanmakta olan istikrar programı ekonominin sadece ve sadece para cephesine bakmakta olup Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını bilmeden yada ciddiye almadan fiyatlar genel düzeyindeki artışların nasıl eli¬mine edileceği, cari açığın giderilebilmesi İçin izlenmesi gereken para ve kur politikasının neler olması gerektiğine bakarak çözüm üretmesi, sistemde ortaya çıkan istikrarsızlığı elimine etmekle görevli TCMB’nin işlevleri uygulanmakta olan istikrar programına bağlı olması piyasada yapılması gereken müdahalelerin gecikmesine yada yapılamamasına neden olmuş ve istenmeyen bir kriz vuku bulmuştur.
22 Kasım-5 Aralık tarihleri arasında yaşanan krizin bir bunalıma dönüşmesinin önlenmesinde kısa vadeli günlük çözümler üretilmiş olup krizin derinleşme¬si şimdilik ertelenmiştir. Çünkü gerek fondan elde edilen ek krediler gerekse THY, Telekom, Tekel gibi KİT’lerin özelleştirilmesinin hızlanmasıyla elde edilecek gelirlerle ve vergi gelirlerinden beklenen artışlardan elde edilecek kaynaklarla programın finanse edilmesi planlanmaktadır.
Bu durumda yapılması gereken, izlenmekte olan ithalat artırıcı ve sabit kur ayaklı istikrar programının acilen makro ekonomik programla desteklenmeli ve sorunların giderilmesine çalışılmalıdır.
2001 Şubat Krizi ve Türkiye Ekonomisi(Krizin Tekrarı)
Kasım krizi(22 Kasım-5 Aralık 2000) ve Şubat krizi(19 Şubat-23 Şubat 2001) Türkiye ekonomisinde arka arkaya yaşanan finansal krizler olup para piyasasındaki yansıması faiz ve kurlarda yarattığı artıştır. Kasım krizinin doğuş nedeni, gerek Türk lirasına gerekse dövize olan talebin artması ve bu artan likidite talebinin piyasa tarafından karşılanmaması sonucu faiz ve kurlar artış seyrine girmiştir.
Şubat krizinin (hala devam etmekte olup şiddetinin yavaşladığını söyleye¬biliriz) doğuşu kasım krizinden farklı ve gerçekleştiği dönemde para piyasasında görünürde olağan dışı bir durum yok iken cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki basit bir anlaşmazlık, para piyasasında faiz ve kurların artışına neden olmuştur.Aslında devletin başındakiler arasındaki bu anlaşmazlığın ekonomide kriz şeklinde yansımasının nedeni, Türkiye Ekonomisinin siyasi iradeden bağımsız olmaması, ekonominin siyasilerin tutum ve davranışlarına göre yön bulmaya çalışması, toplumda her an bir hükumet bunalımı çıkacakmış beklentisinin egemen olması ve devletin hala ekonomide işletmeci gibi faaliyette bulunmasıdır. Burada şaşırtıcı olan ekonomik kökenli olmayan bir krizin ekonomik kökenli kasım krizine göre daha fazla sarsıntı yaratmasıdır. O zaman şu soruyu sormak gerekir: Şubat Krizinin nedeni gerçekten siyasi içerikli mi? Bunun yanıtı açık bir şekilde “hayır”dır. Cevabın neden “hayır”olduğunu açıklayabilmek için Kasım Krizine dönüp bakmak ve olan biteni değerlendirmek gerekir.
Kasım krizinde piyasanın TL ‘ye ve dövize olan- talebi artmış, artan talep iç piyasa tarafından karşılanmamış, faiz ve kurlar artış trendine girmiş ve menkul kıymetler piyasasında(İMKB) işlem hacmi en düşük düzeye inmişti. Çünkü para piyasasının istikrarını sağlamakla görevli olan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası(TCMB) piyasaya TL ve döviz vermede gecikmeli davranarak, faiz ve kurların beklenilmeyen ve istenmeyen bir biçimde artış seyrine girmesine neden olmuştur. Piyasanın artan likidite talebini karşılayacak finansal kaynağın bulunması ile ( Uluslararası Para Fonundan) piyasanın ihtiyacı olan para verilerek faiz ve kurlardaki artışın , İMKB’deki düşüşün önüne geçilmişti. Genel kanı kriz derinleşmeden önlenmiş ve piyasa rahatlamıştı. Aslında kriz önlenmemiş krizin ekonomideki görüntüsü kaybolmuştu. Kriz başlangıç hızında olmamakla beraber devam etmekteydi.Zira ekonomide krizin sonlanmadığına dair belirtiler vardı, örneğin ulusal ekonomiden çıkan yabancı sermayenin( yaklaşık 6.2 milyar dolardır) hala geri gelmediği, tam tersine ulusal ekonomi içindeki yerli sermaye bile uygun çıkış koşullarını bekler durumda olduğudur. Hükumetin başındakiler arasındaki anlaşmazlık, finans sektöründe, krizin kaybolan görüntüsünü ortaya çıkarmıştır. Çünkü Şubat krizinde yaşananlar, piyasanın istikrara ulaşması için yapılan müdahaleler, biz bu filmi da¬ha önce görmüştük mesajını verir nitelikteydi. Değişen tek şey , sabit kur sisteminden dalgalı kur sistemine geçilmesidir. Aslında, bunu da değiştirmeyeceklerdi ama zorunluluklar değiştirmeyi gerekli kıldı.
Nedir bu zorunluluklar?
Piyasaya müdahale edebilmek için gerekli finansman kaynağının bulunması konusunda iyimser olmadıklarından,mevcut rezervleri piyasaya müdahale etmede kullanmak istemediklerinden ve daha da önemlisi piyasanın güvenirliği henüz kazanılmadan bir ikinci krizin gerçekleşmesi ve bu krizi sahip olunan imkanlarla çözümlenemeyeceğinden ve acil çözümünün piyasanın kendi iç dinamikleri(arz ve talebi) ile olacağı düşüncesinden, kur politikasını değiştirmek zorunda kalındı. Dalgalı kur sisteminin uygulanmasıyla piyasa istikrara kavuşmadı ama piyasanın TCMB’den beklentisi sonlandı. Fakat bu sefer Aralık 1999’dan beri uygulanmakta olan istikrar programından sapılmıştı ve bunun ekonomideki yansıması daha da büyük ve bozucu oldu, sürekli telaffuz edilen devalüasyon gerçekleşmişti. Ulusal para bir hafta içinde % 38 değer kaybına uğradı ve bu durum beklenenden de kötüydü. IMF’in Türkiye ekonomisine verdiği desteğin devam etmekte olduğu ve verilmekte olan krediye ek olarak bir o kadar daha kredi vereceği haberi, merkez bankasını harekete geçirdi.Bunun üzerine,TCMB’nin IMF den gelecek ek finansman kaynağına dayanarak piyasa verdiği TL, EURO ve Dolar sonucunda faiz ve kurlar azalış seyrine girmiştir. Belirtmekte yarar var, kriz gene sonlanmamış olup görüntü tam olarak gitmemiş flu bir hal almıştır. Bu durum devam ettiği sürece dönem dönem krizlerin yaşanılması kaçınılmaz olacaktır.
Ne yapmak gerekir sorusuna yanıt vermek hem kolay hem de zordur. Türkiye Ekonomisinde reel sektörü harekete geçirici makro ekonomik politikalar uygulanmadığı sürece, parasal enstrümanları kullanarak ekonominin iyileşmesini sağlamak kanımca yanlış olduğu gibi doğru da değildir.